Şahan Çoker’in ‘Kapı’ Adlı Şiir Kitabı Üzerine: 2 | Ali Celep Yazdı…

ALİ CELEP

ŞAHAN ÇOKER’İN ‘KAPI’ ADLI ŞİİR KİTABI ÜZERİNE

( Bir Eleştirel Dipnot )

2

Kapı’da birçok şiir var. Bu şiirlerin esasen tek bir şiir olduğunu söyleyebiliriz. Şiire kahraman olarak seçilmiş olan Bella, kitap boyunca hiç konuşmuyor. Bu durum şiiri lirik monolog konumuna itmiş. Batı tarihinden alınan kadının kitap boyunca anlatıcının duyguları istikametinde başka bir kişiliğe dönüştürülmek istenmesi ise şiirde objektif alacalık arayanlar için ya da evrensel çıkarımlara kulağını açık tutanlar adına görece beğenilerin yolunu açmış. Şairin giderek ‘tarihin sahipsiz kızı’ olarak tanımladığı Bella’yı sahiplenişi, lirik soydan konuşan her şiirde olduğu gibi, şairi ‘özdeşleştirme’ tekniğine götürmüş. Böylece Bella şairin salt konuşma bahanesine dönüşmüş. Bella’nın iç dünyana girip de onun gönlünü sürekli kurcalayan, bilhassa kalbine hisli dokunuşlar yapan, giderek onun diline yerleşen ve böylece kendi haliyle seslendiği kişiyi bütünleştirmek suretiyle helalinden konuşmalar yapan birine evrilmiş Çoker. Şiirde geçen tarihsel fotoğraflar, teatral sahneler, bu tek yönlü seslenişi tetikleyen duyguların mazereti haline gelmiş. Şairin aşk ve tarihi aynileştirme arzusu, Bella’ya kendi istediği bir kişiliği giydirmesiyle sonuçlanmış. Bella’ya bin türlü paye verilmesiyle çoğalarak sürüp giden bu konuşma, bir Boşnak kahvaltısında Bella’nın şaire elini uzatması isteğiyle, yaşanıp bitmiş çağların, yaşanacak şairane bir hayatın hatırına fotoğrafının çekilmesiyle son bulur. Böylece şairin nihai planda yaşamın anlamıyla Bella’nın duruşunu aynı hizaya getirdiği görülür. Doğrusu bir aşk şiirinden beklendiği gibi, romantik bir sekansta.

‘Kuşlar Bella kuşlar / İkimizi de alnımızdan tanırlar / Toprağa gidiyoruz hücre hücre / Bir solucan gibi bölündükçe / Zeytin ve incir aşkına / Hadi tut ellerimi / Çık sıradan / Kaç sürüden / Son fotoğrafını sen çek hayatın / Şairine gülümserken / Şu Boşnak kahvaltısında’

Böyle olunca Çoker’in ‘Kapı’sı estetik planda şairin ve şiirin, aşkın ve tarihin Bella bahanesiyle şimdiki anda buluşma isteğinin gerçeküstü tablosuna açılmıştır. Bu tabloda her şey kişileştirilmiştir. Temas edilen her nesne canlandırılmıştır. Bütün görüntüler tek bir an’a sığdırılmak istenmiştir. Bu anın dekorasyonunun faili ise aşktır. Aşk dahi an ile özdeşleştirilmiştir. İş aşka varınca beylik laflar peşi sıra geliverir.

‘Bir volkana aşıksan / Yanma hakkın yok senin / Yana yana yaşayacaksın ki / Yer yüzü seni soracak şairlere / Taş çatlayacak sabrından / Anlayacaksın ki / Aşk ‘an’dır / An kainattır / Bir anda var olan / Bir anda yok olacak amenna’

‘Kapı’ dikkatle okunursa, ondan gelen atmosferin Sezai Karakoç’un Monna Rosa adlı şiirinden doğduğu çok net görülür. Bu etki hem anlatım biçimi (formal yapı) hem tem (‘aşk’) itibariyle belirgindir. Belki tek fark Kapı’daki anlatı düzeniyle ortaya çıkan secide kendini gösterir. Kapı’daki seci (cümle içinde kurulan iç uyak) çok kez düz cümle içinde düzayak bir teknikle dolaşıma verilmiş. Bu planda şiirin ses organizasyonu fena görünmüyor. Sezai Karakoç’un Monna Rosa’sı ise geleneksel formla gelmiştir. Çoker’in sesi yorgundur. Anlatmaktan, yaşamaktan yorgundur. Karakoç’un sesi ise, anlatamamaktan, yaşayamamaktan yorgundur. Fakat Çoker’deki sesin dip çıkış yeri Monna Rosa’dır. Ayrıca Çoker duygusal tasarım fazında başka şair ve yazarlara da kapı açmıştır. Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, İsmet Özel vs. Çoker’in bazen şiiri hikmet burcuna götürdüğü de oluyor. Hikmet burcunda da her şey aşka eşitlenir ya da aşkın hizmetine verilir.

‘Matematik aşkı anlamak içindir mesela / Aşkı anlatır diyalektik / Savaşlar / Ve romanlar / O şarkıyı dinleriz birlikte / Ateş böcekleri kıvılcım misali / Sonra inşirah süresi / Çay ve dua / Allah’ın dediği gibi / Bella’

Kapı’da dürüstçe her şeyi, nihayet sonu aşka varan her nesneyi anlatmış Çoker. Ele aldığı tem gereği çok kez abartılı konuşmalar da yapmış. Çok kez muhayyilesini ussal denetimden uzak tutmuş. Estetik anlamda duygusal tavrın, biri teknik diğeri içerik olmak üzere iki yönlü olumsuz sonuçlarını yaşamış deyivereyim. Birincisi bazı kesitlerde düzyazı sınırlarına dayanmış. Dizelerin sonuna dış uyak, arasına iç uyak çekerek bundan kurtulmaya çalışması boşa çıkmış. Sonra fazla ve gereksiz sıfatlara gömülmüş. Bazen klişe deyişlere gerilemiş vs. Muhteviyatında ise Bella özelinde ortaya çıkan duygusal fazı çok kez kontrolsüz bir yola koymuş Çoker. Duygularıyla arasına şiirde kabul edilebilir bir mesafe koyamamış. Böylesi, konuşmayı fazlasıyla romantik bir hüviyete büründürmüş. Oysa tarih kartını oynadığı kesitlerde olduğu gibi ereğini daha objektif alacalıkların / nüansların olduğu bir sözdizimine yoğunlaştırmak suretiyle verebilirdi. İçinde ne varsa konuşmak elbette dürüstlük adına güzeldir, ne ki şiir bahsinde bu dürüstlük estetik planda bazen bir kıymet ifade etmeyebilir. Şiiri anlatılan şeyin bir parçası kılmak bazen doğru sonuçlar vermeyebilir diyeceğim.

Böyle diyorum da, genel okurun hoşuna giden şiir, dediklerimin tam tersi istikamette kendini gösteriyor, ayrı bahis. Çoker sanki genel okur hoşnutluğunu kazanma yönünde bir karar vermiş gibi görünüyor. Öyleyse onun şiirleri çok okunacak demektir. Kim manzarasız şiir yazmak ister? Kim içinde aşk sözcüğü geçmeyen bir aşk şiiri yazmak ister? Kim ah çekmeden önce duygularını içine gömerek yazmak ister? Kim kendi masalını yıkarak herkesin masalından çıkmak ister? Çoker şiirde zevkin oluşumuyla mananın katmanlı büyümesi bahsinde kendini şiire götüren koşulları, bu demektir ki imgelemine, şiire mahsus usun denetim kapısını açmaya yöneldiğinde, kanımca daha kaplamlı bir şiire varacak. Bu cihette ona gerekli poetik kumaş kendisinde var görünüyor. Aşağıya bıraktığım kesitler bu kumaşın türlü melanjını veren güzellikte ki böyle bitirelim:

‘Anasını emmekten sıkılan çocuklar

Ağzı süslü amcalara koşmuşlar’

‘Gecenin kör bekçisiyim / Kaldığın yerden başlamaya geldim’ ‘Vardiyada tanrı üretim merkezleri’ ‘Gül alır gül satardım / Şiirden terazide tartardım’    

Başa dön tuşu
Haber Nopolitik