Neden ve Nasıl Yazar Oldular? -III- Düşünce

Nietzsche “Aforizmalar”ında yazı ve yazarlık hakkında şunları söylemektedir: Sanatın gerçekleşebilmesi, herhangi bir estetik olay, ya da oyunun meydana gelebilmesi için ilk şu fizyolojik koşul gereklidir: sarhoşluk… Üslubu düzeltmek, düşünceyi düzeltmekten başka bir şey değildir… Bir şey gereklidir: kişinin karakterine “üslup kazandırması.” Bu büyük ve ender bir sanattır… Oysa tereddüt etmeyen, kibirli olan, aksi olan, endişe duymayan, samimi olan acelecilik gösteren, tedbirli olmayan kişi yaratıcı fazlalığın gücünü içinde taşır ki, bu güç gerilimi büyük kılar ve davranışlarını çabucak ortaya çıkarır. Yararlılığa karşı… İstemek kişiyi kurtarır: çünkü istemek yaratmaktır: Ben böyle öğretiyorum. Ve siz sadece yaratmaya yönelik olanı öğrenmelisiniz. Ve siz öğrenmeyi de ancak benden öğrenmelisiniz, iyi öğrenmek! Kulakları olan dinlesin! Yine Nietzsche “Böyle Buyurdu Zerdüşt” eserinde şunları söyler: “Kanla ve özdeyişlerle yazan, okunmak değil, ezberlenmek ister.” (Sayfa; 44)… “Yaratma, -bu büyük kurtuluştur acılardan, hayatın yatışmasıdır. Ama yaratıcının çıkması acı ister, pek çok değişme ister.” (Sayfa; 85).

Aragon, “üslup” ile “dilsel gerçeklik” ilişkisine değinmektedir: “Yazın yapıtı yüklendiği siyasal görüşün sağlamlığıyla değil onu oluşturan üslubun taşıdığı dilsel gerçeklik ile devrimci, yani geçerli olabilirdi.

Adorno‘ya göre kendi içinde gerçek olmayan hiçbir sanat yapıtı toplum içinde gerçek olamaz.

Picasso‘a göre sanat hakikat değildir, sanat bize hakikati anlamayı öğreten bir yalandır.

James Baldwin‘e göre yazarı besleyen tek bir kaynak vardır: kendi yaşantısı. Her şey insanın bu yaşantıdan çıkarabildiğine bağlıdır gerek tatlı ve gerekse acı yanlarıyla. Baldwin “Ne Zaman Gitti Tren” adlı otobiyografik romanında kendi sanat görüşünü şöyle ortaya koymaktadır: “Calep: sanatçı olduklarını iddia eden bazı insanlara baktım ve hepsi bana oldukça yalnız göründüler. Yarı deli hepsi. Çok korkunç şeyler yaparken gördüm onları. Kendileri cehennemde yaşayan bu insanların, öteki insanlara bir yardımı dokunamaz.” (Sayfa; 327).

Aziz Nesin‘in “Mum Hala Güncesi” pek ilginç bir çalışmadır. Bu eserinde Nesin yazı ve yazarlık hakkında şu noktalara dikkat çekmektedir: “Sanatçı yaşayacak insanlar yaratmak zorundadır; bunları yaratır ve yaşatabilirse, büyük sanatçı olur. Büyük sanatçı olmanın yollarından, koşullarından biri de, kelimelerden, ama etli, canlı, kanlı, yaşayan ve hiç ölmeyen insanlar –kahramanlar- yaratmaktır.” (Sayfa; 77)… “Okuduğum kitapların konularını, ayrıntılarını unuttuğum belki de iyi. Herhalde o kitapları özümsüyorum, kendime sindiriyorum ki, onları unutuyorum. O kitaplar çiğnenmiş, parçalanmış, sindirilmiş, özümsenmiş olarak benim kendi malım oluyor. Yediğimiz bir meyve, içimizde nasıl artık eski meyve değilse, okuduğum kitaplar da bende öyle oluyor.” (Sayfa;183)… “Yazarlık içe bakarak dışarısını görmek, kendine bakarak başkalarını görmek, tanımaktır.” (Sayfa; 233).

Valery‘e göre sanat eserinde fikir, meyvenin içindeki besleyici gıda gibi erimiş olmalı.

Nurettin Topçu‘ya göre sanatkar hadiseler karşısında kendi iç dünyasına çevrilen bir metafizikçidir. O, ruhun dünya ile çarpışmasını dikkatle takip eder ve içindeki mistik ritmi, hislerin sembollerine bürüyerek bize anlatır.

Rasim Özdenören farklı bir noktadan yazarın amacına dikkat çekmektedir: Şöyle: “Yazarın asıl amacı insan kalbini yüceltmektir ama bu noktada o tamamen bencildir, kişiseldir. Son çözümlemede yazar, insan kalbini yüceltmeye yalnızca kendi kişisel yararı için hedef tutmaktadır, çünkü yalnızca bu yoldan ölüme hayır diyebilmektedir. Umudu, hatta niyeti insanı değiştirmek, insanı geliştirmek de olsa bencillikten, kişisellikten kurtulamaz yazar… Yıllar öncesinde, bir arkadaşım, bana üniversitede kalmamı ve akademik çalışmalara kendimi vermemi öğütlemişti. Sonradan kendisi başarılı bir öğretim üyesi olan bu arkadaşıma, o zaman biraz ukalaca görünmüş olsa da şunu söylemiştim: Senin dediğin işi herkes yapabilir, ama benim tasarladığım çalışmayı benden başka yapabilecek kimse yoktur.

Özdenören, “Köpekçe Düşünceler”de yazar ve roman hakkındaki görüşlerini şöyle ifade eder: “Yazar, hırsız olmadan, müntehir olmadan, cani olmadan hırsızlığı, intiharı, cinayeti okuma yeteneğini taşıyan kimsedir; bu cürümleri işleyenlerse kendileri okumanın (farklı okumaların) konusunu oluştururlar.” (Sayfa; 13)… “Romanda asıl olan: olaylar gerçekleşmiş veya gerçekleşmemiş olsa da olaylar o romanın örgüsü içinde inandırıcı-gerçekçi görünmesidir. Edebiyat ürünün gerçeği ile hayatın gerçeğinin aynı olsalar bile, onları inandırıcı kılan kendilerine özgü mantıklarıdır.” (Sayfa; 105).

Tournier yazarlığı ateşe benzemektedir: “İçimde bir ateş yakarım, sıcaklık ve ışık verir bana. Ben de onu yayarım; kitaplarımın bütün dünyada, kafalarda ve yüreklerde oluşturduğu milyonlarca ufak, titrek alevi gözlerim.”

Balzac açık sözlüdür: Zengin ve meşhur olmak için yazıyorum.

Peride Celal‘e göre bir yazar, kafası işlediği, düşünceleri sağlam olduğu, gözlemleriyle zamanın peşinden gittiği sürece, fiziksel çöküntüyü aşar ve asla yaşlanmaz. Bir genç kız gibi de düşünebilir.

Vedat Günyol‘a göre asıl okumak, içine sindirip, kendi ruhsal serüvenini onda aramak, ortak duyguların peşine takılıp belirli bir yaşamın kıyıcığına, bir ölçüde de mutluluğuna demir atmaktır.

Lacan‘a göre yazar yazmakta olduğunu yazdığını bilmemesi gerekiyor. Yoksa ipin ucunu kaçırır. Buysa bir felaket olur.

Mustafa Miyasoğlu, “Sanat ve Edebiyat Konuşmaları”nda şunu söyler: “Bana göre yazı bir keşiftir, bilinmeyen, anlatılmayan bir gerçekliğin aranışıdır.” (Sayfa; 111).

Nurullah Ataç‘a göre sanatçı yazarken çok çalışacak, çok düşünecek, silecek düzeltecek, eziyet çekecek. Fakat okuyucuya bunları belli etmeyecek. Okuyucu, okuduğunun bir solukta yazılmış olduğunu sanacak. İşte işin ustalığı buradadır.

Sait Faik yazmasam deli olacağım, demiştir ve yazarlığı meslek edinmiştir.

Gıorgıo Manganelli‘ye göre yazmak, doğuştan küçük hırsızlıklara ya da düzenbazlığa eğilimli, ama büyük ölçüde suç işleme yürekliliğine sahip olmayan kişinin dolandırma biçimidir.

Eugene Ionesco şöyle der: Sizin bilmeniz gerek, çünkü yazdıklarımızı siz okuyorsunuz ve okuduğunuza, okumaya devam ettiğinize göre, onlarda sağlam bir yan, bir beslenme yolu, ihtiyaç karşılayan bir şeyler buluyor olmalısınız.

George Sand yazı ve yazarlık hakkındaki öğüdü şöyledir: Eğer anlaşılmadınız ise, buna katlanıp yeniden yazacaksınız; anlaşıldınız ise, sevinip devam edeceksiniz. İşte bizlerin, bıkıp usanmadan çalışmalarımızın, sanat aşkımızın sırrı…

Flaubert‘a göre yazar önce iyi düşünmeli sonra yazmalıdır: Kısacası ben iyi yazabilmek için iyi düşünmeye çalışırım; amacım iyi yazmaktır; bunu da gizlemem…

Buffons‘un yazı ve yazarlık hakkında görüşü şöyledir: Sanırım cümle yuvarlaklığı, pek fazla önemli değildir; ama iyi yazabilmek ise her şeydir! Çünkü iyi yazmak aynı zamanda iyi hissetmek, iyi düşünmek, iyi ifade etmektir.

Cemil Meriç üsluba önem verir: Üslubum kendimdir. Benliğim, bütün hüviyetimdir. Yazdıklarım kadar yazış biçimim de önemlidir.

T. S. Eliot‘a göre hiçbir ozanın, hiçbir sanatçının tek başına tam bir anlamı yoktur. Onun anlamı, değerlendirilmesi, ölmüş ozan ve sanatçılarla olan bağın değerlendirilmesidir.

Platon “Devlet” eserinde Tanrı ile yazar ilişkisine şöyle değinir: “Tanrı, her şeyin değil, ancak iyi olan şeylerin sebebidir. Bundan böyle yazarlar yazılarını, şairler şiirlerini buna göre düzenleyecek.” (Sayfa; 67)

Horatius bir eserine, “Haydi git; halkın içine karış artık sen benim malım değilsin” der.

Lukacs‘a göre edebiyat gerçek yaşantıya dayanır; kararlar, ne kadar iyi niyette varılmış olurlarsa olsunlar, yaşantının yerini tutamazlar.

Thomas von Aquino, tamamlayamadığı “Summer der Theologie”yi şu cümleyle bitirir: “Ben daha fazlasını yapamam! Gördüğüm karşısında yazdıklarımın tümü bana içi boş bir saman çöpü gibi geliyor…”

Osman Türkay‘a göre sanatçı, konusunu, ancak bir ‘var oluş’ anında yakalar. Sanatçı, yakaladığı ve sanatlaştırdığı o var oluş anını sonsuz bir zaman için yakalamıştır. Sanat için öncesizlik ve sonrasızlık aynı anlamları taşır.

Malraux‘a göre sanat bir karşı-yazgıdır.

Flaubert Tanrı ile yazarı birbirine benzetir ve şöyle der: Tanrı nasıl yaratısında görünmez ve tam güçlü olarak varsa sanatçı da yapıtında her yerde sezilmeli ama görülmemelidir.

Kafka tam bir edebiyat adamıdır. O ister ki edebiyat hayatının her alanında olsun: Edebiyatla ilgisi olmayan şeylerden nefret ediyorum. Edebi meselelerle ilgisi olsa bile konuşmaktan yoruluyorum. Öldürücü ziyaretlerden kaçıyorum. Üstelik konuşmalar önemini, ciddiliğini ve gerçeğini düşündüğüm şeylerden mahrum ediyor beni. Kafka’ya göre yazmak bir bakıma dua etmektir.


Yazar: Faik ÖCAL
Yayın Tarihi: 30.06.2025 09:00 –
Güncelleme Tarihi: 03.06.2025 09:54

Başa dön tuşu
Haber Nopolitik