Destek gelsin kadınlar çocukta yapsın, kariyer de

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı veriler doğrultusunda 2023 yılında canlı doğan bebek sayısı 958 bin 408 olarak kayıtlara geçti. Toplam doğurganlık hızı ise, 2001 yılında 2,38 çocuk iken 2023 yılında 1,51 çocuk olarak gerçekleşti. Yani, bir kadının doğurgan olduğu dönem boyunca doğurabileceği ortalama çocuk sayısı 2023 yılında 1,51 oldu. Bu durum, doğurganlığın nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10’un altında kaldığını gösterdi. Toplam doğurganlık hızının en yüksek olduğu il 2023 yılında 3,27 çocuk ile Şanlıurfa oldu. Bu ili 2,72 çocuk ile Şırnak, 2,40 çocuk ile Mardin izledi. Toplam doğurganlık hızının en düşük olduğu il ise 1,13 çocuk ile Bartın olurken bu ili 1,14 çocuk ile Zonguldak ve Karabük, 1,16 çocuk ile Kütahya izledi. Avrupa Birliği üyesi 27 ülkenin toplam doğurganlık hızları incelendiğinde, 2022 yılında en yüksek toplam doğurganlık hızına sahip olan ülkenin 1,79 çocuk ile Fransa olduğu, en düşük toplam doğurganlık hızına sahip olan ülkenin ise 1,08 çocuk ile Malta olduğu görüldü. Toplam doğurganlık hızı 2022 yılında binde 1,63 olan Türkiye, Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasında 5. sırada yer aldı. Yaş grubuna göre doğurganlık hızı incelendiğinde, 2001 yılında en yüksek yaşa özel doğurganlık hızı binde 144 ile 20-24 yaş grubunda iken 2023 yılında binde 101 ile 25-29 yaş grubunda görüldü. Bu durum, doğurganlığın kadının daha ileri yaşlarında gerçekleştiğini gösterdi. Peki, son dönemdeki bu düşüşün sebebi ne? Türkiye’nin bu rakamları yeniden yükseltmek adına atacağı adımlar neler olmalı? Gelin bu soruların yanıtını birlikte arayalım…
DOĞUM ORANLARINDA BU AZALMAYA KARŞI NASIL ÖNLEMLER ALINMALI?
Modern toplumlarda yaygın bir eğilim olarak görülen kadınların işgücüne katılımının artmasının doğurganlık üzerinde doğrudan bir etkisi olduğu aşikâr. Eğitim seviyesinin yükselmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin artması ve ekonomik zorluklar da bu etkinin en temel göstergelerinden. Biz de Türkiye’de İş Dünyası dergisi olarak iş dünyasında kadınları başarıyla temsil eden bazı annelere sorduk… “Kadınlara ne tür haklar verilirse doğum oranlarındaki bu azalma minimuma indirilir? İşte yanıtlar…
“ERKEKLER ÇOCUK BAKIMI KONUSUNDA ETKİN ROL OYNAMALI”
Yaşanan bu düşüşün en önemli faktörleri arasında yaşam maliyetleri, ekonomik belirsizlik ve ‘bireysellik’ kavramının artmasının geldiğini söyleyen OPET Yönetim Kurulu Kurucu Üyesi Nurten Öztürk, “Doğurganlık oranında düşüşü durdurmak ve tersine çevirmek için önlemler alınması, ekonomik desteklerin artırılması, kadınlara esnek çalışma modelleri sunulması gibi adımlar çok önemli. Ancak ben kadınların ve erkeklerin aile planlaması konusunda bilinçlenmesi, doğumdan itibaren erkeklerin de çocuk bakımı konusunda daha etkin rol oynayarak kadına destek vermesi gerektiğini düşünüyorum” diyerek daha yapıcı çözümler getirilmesi gerektiğini söyledi.
Erkek egemen bir sektör olan akaryakıt dağıtım sektörünün ilk kadın çalışanı olan Öztürk, kendi deneyimlerinden yola çıkarak şöyle konuştu; “Köy Enstitüsü mezunu bir köy öğretmeni olan babamdan öğrendiklerim ve kişisel deneyimlerimden hareketle her zaman kendime güvendim. Önyargıların beni yıldırmasından korkmadım ve kendimi olumsuz düşüncelerden uzak tuttum. Kadının duyarlılığı, insana yaklaşımı, iletişim becerisi, annelik içgüdüsünden kaynaklanan koruma ve ileriyi görme yetisi benim için hep avantaj oldu.”
Doğum yapmak ve evlat sahibi olmak bir kadının hayatında önemli dönüm noktalarından. Bu süreçte hem fiziksel hem de duygusal değişimler yaşanıyor. Çocuklarla birlikte hayatımıza yeni sorumluluklar girdiğine değinen Nurten Öztürk, bu süreçte aile bireylerinin desteğinin önemli olduğunu ifade ederek, “İş yerlerinde de kreş ve anaokulu desteği gibi uygulamalar, doğumdan sonra işe dönüş programları olumlu etki yaratan unsurlar oluyor. Kendi hayatıma baktığımda her zaman yoğun bir tempo içinde olduğumu söyleyebilirim. Tabii ki zorlandığım dönemler oldu. Ancak eşimin ve aile büyüklerimin, yakınlarımın verdikleri desteğin bu zorlu dönemleri atlatmada etkisi büyük oldu diyebilirim. İyi bir planlama yaparak zamanı verimli kullanmayı öğrendiğimi söyleyebilirim. Bugün çocuklarımın hepsi, yetişkin ve güçlü bireyler. Onların mutlu olduklarını görmek, bu dünyadaki en büyük ödülüm benim” dedi.
Son olarak doğurganlık rakamlarındaki bu düşüşün yükseltilmesi adına alınması gereken bazı önlemlerden bahseden Öztürk, sözlerini şu şekilde sürdürdü; “Türkiye’de doğurganlık oranlarındaki düşüşün, ülkenin demografik yapısı ve geleceği için önemli bir tehdit oluşturduğu muhakkak. Bu sorunun çözümü için çocuk sahibi olmak isteyen ailelere destek verilmesi, kadınların ve erkeklerin cinsiyet rolleri ve aile planlaması konusunda bilinçlendirilmesi önemli. Kadınların işgücüne katılımı ile ekonomik bağımsızlıkları artarken, erkeklerin de aile sorumluluklarına daha fazla dahil olmasının teşvik edilmesi gerekiyor. Doğum izni süresinin uzatılması, babalar için doğum izni sürelerinin gözden geçirilmesi, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaştırılması gerekiyor. Bu konuda sivil toplum kuruluşları ve özel sektör birlikte çalışmalı ve devlet politikaları artırılmalı.”
“ÇOCUK SADECE KADININ SORUMLULUĞUNDA DEĞİL”
Toplumsal konuların birbirini etkileyen ekonomik ve sosyolojik nedenleri olur. Doğurganlık hızındaki düşüşün temelinde de birden fazla etmen yattığını ancak ilk nedenin ekonomik kaygılar olduğunu belirten Arnica Yönetim Kurulu Başkanı Senur Akın Biçer, “Ekonomik zorluklar, yerel ve küresel krizler çiftlerin çocuk sahibi olma isteğini etkiliyor. Öte yandan Türkiye’de nüfusun kırdan kente çok hızlı bir geçiş yaptığını da görüyoruz. Bu da çekirdek ailelerdeki kişi sayısını azaltan nedenlerden biri. Yapılması gerekenlere gelince, konuya bütünsel yaklaşmak gerektiğini vurgulamak isterim. Çünkü, kadınların eğitime erişebilirliğinin artması ve iş hayatında giderek daha fazla yer alması doğurganlık yaşının 20’li yaşların sonuna doğru hatta daha da ileriki yıllara sarkmasına neden oluyor. Buradan bakıldığında sanki kadınların okuması, çalışması negatif bir etkiye yol açıyormuş gibi görünüyor. Oysa biliyoruz ki toplumun yarısını oluşturan kadınlar halen iş hayatında yeteri kadar yer alamıyor. İş hayatına atılan kadınların, çocuk sahibi olduklarında karşılaşacakları sorunları ortadan kaldırmak gerekiyor. Bunun için de çocuğun sadece kadının sorumluluğunda olduğuna dair genel kanıya karşı durmak gerekiyor. Çünkü bir çocuk doğduğunda kadın anne, erkek de baba oluyor. O nedenle çocuğa iyi bakım hizmeti verebilecek kreş hizmetinin sağlanması, yasal olarak kadınların güçlendirilmesi, babalık izni gibi düzenlemelerin artırılması gerekiyor. Yani işin bir de hukuki düzenleme gerektiren boyutu var. Kurumların da iş başvurusu yapan kadınlara ‘Çocuk sahibi olmayı düşünüyor musunuz?’ gibi ayrımcı sorular sormaması gerekiyor. Yani her zaman olduğu gibi devlet kurumlarına, özel kurumlara ve kişilere büyük sorumluluk düşüyor” diye konuştu.
Kadınların iş hayatına başladıktan sonra kariyer açısından yükselmeye başladıklarında kendilerini bir ikilem içerisinde bulduklarına değinen Senur Akın Biçer, “Çocuk sahibi olmak isterken bir yandan da işlerinden ayrı kalma, döndüklerinde işlerini bulabilmek gibi sorunlar, endişeler yaşıyor. Bu da elbette kariyer planını ve çocuk sahibi olma isteğini etkiliyor. Ben bir aile şirketinde çalıştığım için başta eşim olmak üzere çevremdeki herkesten büyük destek gördüğüm için ‘anneliğim’ kariyerimi olumsuz değil olumlu yönde etkiledi” diyerek anneliğin empati duygusunu artırdığına dikkat çekti.
“KARİYER YAPMA İSTEĞİ CİNSİYETTEN UZAK İNSANİ BİR TALEPTİR”
Doğurganlık rakamlarındaki bu azalışın temel nedeninin ekonomi olduğuna dikkat çeken diğer bir isim de Güvensan CEO’su Münteha Adalı, “Kadının ve erkeğin birlikteliğe bakış açılarının değişmesi, geleneksel topluluklarda devam eden erkeğin halen evlilik masraflarını yüklenmesi bunun yanı sıra çocuk bakımında kadına ek yüklerin gelmesi de yine önemli etkenler arasında yer alıyor. Ekonominin güvenilirliği, çocuk bakımında devlet desteği, her şeyin işverenden beklenmemesi buna çözüm olabilir” dedi.
İş hayatındaki kadınların doğurganlık rakamlarının düşük olmasının kariyer planlarına olan etkisine değinen Adalı, kendi deneyimlerinden yola çıkarak şunları söyledi; “Kurumsal hayatta kalsaydım belki tek çocukta bende ısrar ederdim. Kendi işimi yapma imkânımın olması, esnek çalışma ile ekonomik olarak aile dışı destekler almadan kendi sistemimi kurmam ikinci çocuğu yapmamda en önemli etkendi. Kariyer yapma isteği cinsiyetten uzak insani bir taleptir. Kadın çocuğu engel görüyorsa ve ekonomik olarak sistemini destekleyecek imkânlara ulaşmıyorsa doğal olarak karar aileye kalıyor. Erkekte bu yükü tek başına yüklenemediğinde sonuç tek ya da iki çocuk oluyor.”
“Önemli olan çok çocuk değil sağlıklı nesiller yetiştirmek” diyen Adalı, anne – baba olarak çocuğa zaman ayıramamanın, kaliteli vakit geçirememiş olmanın güvenli aile bağının kurulmasında çok önemli bir etken olduğunu söyledi.
“ÇALIŞAN ANNELERE DESTEK ARTMALI”
Türkiye’deki doğum oranı düşüşü bir süredir ülkemizin gündeminde. Diğer ülkelerde de benzerlerini göreceğimiz üzere giderek yaşlanan nüfus ya da artan/azalan doğurganlık oranları, hükümetlerin nüfus politikaları uygulamalarına dair bir profil çiziyor. Azalan doğum oranına dair getirilen çözümlerde, ebeveynlik kavramına eşitlikçi bir bakışla bakmamız gerektiğini ve ailedeki ebeveynlik rollerinde eşitsizlikleri ortadan kaldıracak uygulamaları benimsemek gerektiğini dile getiren SEDEFED Yönetim Kurulu Başkanı Emine Erdem, “Doğum oranının yükselmesi adına annelere yönelik doğum izninin bir yıla çıkarılması, maaşta iyileştirme, kira ve kreş desteği gibi uygulamalar gündeme geldi. Ancak artırılması öngörülen izin süresi dışında çocuk sahibi olan ebeveynlerin özlük haklarına dair tartışmalar yeterince gündemde yer almıyor. Toplumda fırsat eşitliğinin sağlanması ve eşitsizliklerin önlenmesi için uygulamaların tüm ebeveynleri kapsaması gerekiyor. Zira çocuk bakımı yalnızca annenin sorumluluğu olmamalıdır. Bununla birlikte çalışan annelere sunulan desteğin artırılması gerektiğine inanıyorum. Anneliğinin ilk dönemlerinde kadın çalışanların bebeklerini anne sütü ile besleyebilmeleri anne ve bebek sağlığı açısından kritik önem taşıyor. Anneler için çalışırken bebeğini emzirmeye devam etmek önemliyken, işverenlerin annelerin bu ihtiyaçlarını gidermesi için gerekli süt odaları ve bütünsel ve eşitlikçi bir düzenlemenin yapılması gerekiyor. Gelecekte yetkin bir genç nüfus oluşumu için anne ile çocuğun yanı sıra baba ile çocuğun arasındaki ilişkiyi de kapsaması, ebeveynlere yönelik programların adil, kapsayıcı ve bütünsel bir şekilde yürürlüğe geçirilmesi gerekiyor. Bu kapsamda annelere doğum paketi düzenlemesi yapılırken özellikle toplumda anne – baba dengesinin yani bir yerde toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması büyük bir önem taşıyor” şeklinde konuştu.
Kadın-erkek istihdam oranlarına da değinen Erdem, bunun doğurganlık üzerindeki etkisine değinerek şöyle konuştu; “Bildiğimiz üzere, erkek istihdam oranı yüzde 70’lerde iken, kadın istihdam oranı yüzde 30 bandında bulunuyor işveren konumundaki kadınlar ise istihdamdaki kadın nüfusunun yalnızca yüzde 1,6’sını oluşturuyor. Türkiye’yi sıralamalarda öncü ülkelerle kıyasladığımızda, ülkemizdeki doğum sorununu ele alırken iş hayatının özel hayatını etkilemesinin yanı sıra, vatandaşlarımızın çocuk bakımını destekleyecek altyapı ve finansal özgürlüğü sağlayamamasını da hesaba katmamız gerekiyor.”
Kendi yaşamından örnek vererek konuya açıklık getiren Emine Erdem, çalışılan kurumların ve aile desteğinin çok önemli olduğunu kaydederek, “Henüz bir üniversite öğrencisiyken anne oldum. Bir kucağımda oğlum, diğer kucağımda kalın hukuk kitaplarımla sabahlara kadar çalışıp, uykusuz geceler gündüzler geçirip, hasta dahi olsam derslere girip İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum. Avukatlık stajımı yaptım ve baroya kaydoldum ve artık avukattım derken ikinci çocuğum, kızım doğdu. Mezun olduktan sonra da Türk Hava Yolları’nın açtığı sınavı kazanarak müşavir avukat olarak çalışmaya başladım. Eşzamanlı olarak eşimin kurduğu aile şirketimizin de hukuk işlerini yürütüyordum. Ailemin ve çalıştığım kurumların desteği olmaksızın hepsini bir arada götürmem mümkün olmazdı” dedi.
“MUTLU ANNE, MUTLU ÇOCUK DEMEKTİR”
Ekonomik ve sosyolojik faktörlerin doğurganlık üzerinde bir etkisi olduğunu belirten Teksan Yönetim Kurulu Üyesi Ebru Ata Tuncer, “Geçim sıkıntısı ve ekonomik belirsizlik aynı 2001-2002 ekonomik krizinde yüzde 7 düşüşe sebep olduğu gibi bu dönemde de ekonomik kaygılar geleceğe dair planları etkilemesi kaçınılmazdır. Ekonomik istikrarın sağlanması ve refah düzeyinin artması bu oranın doğal olarak artışını sağlayacaktır” dedi. Kariyer planlarını yapan bir kadın çalışanın, çocuk sahipliğini hem ötelemek hem de günümüz koşullarında 1-2 çocuğa düşürmek zorunda kaldığını dile getiren Ebru Ata Tuncer, kendi yaşamına ilişkin bilgi vererek, “Kendi düzenimdeki tempoda tek çocukla, çocuktan sonra daha uyumlanmış ve daha sakin bir tempo ile kariyer hayatımı devam ettiriyorum, bu günler bir daha geri gelmeyecek ve ben bu anları kaçırmak istemiyorum” diye konuştu.
Son olarak destekleyici politikalara ihtiyaç olduğunu da sözlerine ekleyen Tuncer, şunları söyledi; “Ekonomik olarak bakım vermenin zorlaşması, çalışırken dengeyi kurmakta zorlanan bir annenin, esnek çalışma, kreş imkânı ve destekleyici politikalara ihtiyaç duymaktadır. Hayatta her alanda olduğu gibi her şeyde denge olması gerektiğine inanırım, çalışan anne; mutlu anne, mutlu çocuk demektir. Kısa bir ara sonrası kendim çalışma hayatına devam ettim. Eşimin de serbest çalışması ve desteği ile bu dengeyi daha rahat kurduğumu söyleyebilirim. Burada anne babanın ortak görev paylaşımı çok önem arz ediyor.”
“EĞİTİM SİSTEMİNDE BİLİNÇLENDİRME ÇALIŞMALARI YAPILMALI”
Doğurganlık oranları gelişmiş ülkelerde düşüş trendinde. Bu durum ülkemizde de aynı şekilde ilerliyor. Bu şekilde devam ederse 2100 senesinde nüfusun azalacağının tahmin edildiğini aktaran Envoyo Kurucu Ortağı Özge Yürür, “Bunun altında yatan temel sebepler arasında ekonomik belirsizlikler, artan yaşam maliyetleri ve kariyer önceliklerinin değişmesi bulunuyor. Kadınlar, eğitim ve kariyer hedeflerine daha fazla önem veriyor. Bu sebeplerin yanı sıra, çocuk bakım hizmetlerinin yetersizliği ve çalışan annelere yönelik desteklerin eksikliği de doğurganlık oranlarındaki düşüşü etkileyen faktörler arasında yer alıyor. Dünyadan örnek verirsek, 1800’lerin başında Fransa’da doğum oranı 5’e yakınken şimdi 2’nin altına düşmüş durumda. Fransa’da 1800’lerde bir çocuğun iş gücüne katkısı 8-10 yaşında başlıyordu. Şu anda bir çocuğun eğitimiyle birlikte iş gücüne katkısı en iyi ihtimalle 20’den sonra başlıyor. Çocukların aile ekonomisine katkısının dışında her bir çocuk için aile gelirinden ayrılacak ciddi bir yatırım payı gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Doğurganlık oranlarının daha fazla düşmemesi için çeşitli önlemler alınması gerektiğine dikkat çeken Yürür, “Öncelikle, çocuk bakım hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve kalitesinin artırılması şart. Çalışan annelere esnek çalışma saatleri ve uzaktan çalışma imkanları sunulmalı, doğum izinleri uzatılmalı ve babalar için de doğum izni gibi teşvikler sağlanmalı. Ayrıca, çocuk sahibi ailelere maddi destekler verilerek ekonomik yükleri hafifletilmelidir. Eğitim sistemi içinde aile yaşamı ve çocuk bakımı konusunda bilinçlendirme çalışmaları yapılmalı ve toplumda çocuk sahibi olmanın önemi hakkında pozitif bir algı oluşturulmalıdır. Babaların çocuk büyütme sürecinde anneyle eşit sorumluluğa sahip olmaları gerekliliğiyle ilgili çalışmalar yapılabilir” dedi.
“İş hayatındaki kadınlar arasında doğurganlık oranlarının düşük olmasının kariyer planlarıyla direkt bağlantılı olduğuna inanıyorum” diyen Özge Yürür, kendi deneyimlerinden yola çıkarak şöyle konuştu; “Herkes çocuk sahibi olmak veya birden fazla çocuk sahibi olmak zorunda değil. Önemli olan istediği halde ekonomik şartlar sebebiyle bu hayallerinden vazgeçmek zorunda bırakılmak. Kendi deneyimimden yola çıkarak, çocuk sahibi olmanın kariyerim üzerindeki etkilerini değerlendirdiğimde, önemli bir fedakarlıktan söz edebiliriz. Kariyerimin en güzel fakat en yüksek tempolu, çalışma saatlerimin çok uzun olduğu bir döneminde ilk çocuğumu, çok kısa süre sonra da ikinci çocuğumu dünyaya getirdim. Maalesef ben ikisi arasında bir denge kurabileceğime inanmadım ve kariyerime ara vermeyi seçtim. Eşimin de çok yoğun çalıştığı bir dönemdi ve zor da olsa ben bu şekilde bir karar aldım.”
Hükümetin doğurganlık oranlarını artırmak için alması gereken önlemlere de değinen Yürür, sözlerini şu şekilde tamamladı; “Önlemler arasında çocuk bakım hizmetlerinin iyileştirilmesi ve yaygınlaştırılması, çalışan annelere esnek çalışma saatleri ve uzaktan çalışma imkanları sunulması, çocuk sahibi olan ailelere maddi destek sağlanması ve vergi indirimleri gibi teşvikler bulunuyor. Ayrıca, doğum izinlerinin uzatılması ve babalara da doğum izni verilmesi, aile dostu politikaların benimsenmesi önemli adımlar olabilir.”