Ahmet Çeçen’den turizmin geleceğine ışık tutacak önemli değerlendirmeler!
Küresel krizler, yapay zeka ve sosyal medya çağı gibi temel faktörler turizmi dönüştürürken, Antalya sahillerinden Mardin’in taş sokaklarına, Karadeniz yaylalarından Kapadokya’ya Türkiye’nin turizm hikayesi yalnızca turist sayılarıyla değil, doğayı koruyarak, insanı merkez alarak ve kültürü yaşatarak yazılıyor.Gençlerin kafe kültüründen, turizm çalışanlarının rollerine, lüks otellerden küçük butik işletmelere kadar turizmin aslında bir bakıma toplumun aynası sayılabileceğini belirten deneyimli turizmci Ahmet Çeçen Turizm Haber Merkezi ve Turizm FM’e sektöre dair dikkatçeken değerlendirmelerde bulundu.Siz hem düşünsel hem saha deneyimi olan birisiniz bu bağlamda önce temel sorudan başlayalım, bugün durduğunuz yerden turizmi nasıl tarif ediyorsunuz?Ahmet Çeçen: Günümüzde turizm sosyolojik olarak bir kültür ve tatil programı olmanın yanı sıra toplumsal performans boyutuyla da ön plana çıkıyor. Bourdieu’nün habitus kavramıyla bunu daha iyi açıklayabiliriz sanırım. Tatil tercihlerimiz aslında kim olduğumuzu, hangi sınıfa ait olduğumuzu ve hangi yaşam tarzını benimsediğimizi sergilediğimiz bir sahneye dönüşmüş durumda. Antalya’da her şey dahil tatil yapanla, Kapadokya’da butik otelde kalan turist, aslında iki farklı toplumsal rol oynuyor. Bu bağlamda Türkiye’nin turizm hikayesi yalnızca turist sayılarında değil, insanı ve kültürü merkez alabilmesinde saklıdır diyebilirim. Geçen ay, markası ünlü bir kafedeydim. Yan masada bir grup genç vardı. Kahvenin tadını mı konuşuyorlardı? Hayır. Bu bardağın fotoğrafı story’de mi daha iyi durur, yoksa reels mi yapalım? tartışıyorlardı. Esas olarak hipergerçeklik dediğimiz şey tam da burada tezahür ediyor. Gerçek deneyimden çok, onun sosyal medyadaki imajı değerli hale geliyor.Diğer taraftan tatil, özgürlük gibi görünse de aslında sıkı bir disiplinin içinde gerçekleşiyor denebilir. Düşünün, havalimanındaki güvenlik kontrolünden oteldeki kamera sistemlerine, restoran rezervasyon saatlerinden havuz kullanım kurallarına kadar her şey çok planlı bir şekilde işliyor. Siz rahat tatil yaparken, davranışlarınız belirlenmiş bir akış içinde yönetiliyor değil mi. Bir başka açı Simmel’in yabancı figürünü hatırlayalım. Turist, gittiği yerde hem içeride hem dışarıdadır. Doğu Karadeniz yaylalarında fotoğraf çeken bir turist, orayı “doğal” diye seviyor ama orada yaşamak aklından bile geçmiyor. Mesafe hem romantizmi hem de tüketimi besliyor. Rasyonelleşme kavramı hayatın birçok alanında olduğu gibi, bugünkü turizm anlayışında da çok net görülüyor: Tatiller, dakikasına kadar planlı, adeta üretim hattı gibi işliyor. Sabah 09.00 otobüs, 09.45 fotoğraf molası, 12.30 öğle yemeği… Turistler, bu üretim hattında sistemin ayarlı birer parçası haline geliyor.Yine, Adorno’nun “kültür endüstrisi” eleştirisini hatırlayalım: Özgün deneyim diye sattığımız şeyler aslında paketlenmiş, herkesin aynı şekilde yaşadığı standart ürünler. Turist, bu programlanmış standardizasyonun içine gark olmuş durumda. Bir bakıma nesneleşmiş diyebiliriz.Peki turizmi hem Türkiye’de hem dünyada nasıl değerlendiriyorsunuz?Ahmet Çeçen: Dünya turizmi, küresel eşitsizliklerin sahnesi haline geliyor. Zengin ülkelerden yoksul ülkelere akan turist, gelir sağlıyor ama kültürel asimetrileri de yeniden üretiyor. Safari turizmini düşünün, Turist doğayı izliyor ama orada yaşayan halkın yoksulluğu görmezden geliniyor. Bu aslında yaman bir çelişki! Türkiye’de turizm, modernleşmenin vitrinlerinden biridir diyebiliriz. 1980’lerde Bodrum’a gelen turist bizim için bir anlamda batı ile temasın bir sembolüydü. ‘’İdealist’’ açıdan bakarsak, Batı turizmi uzun vadeli kalite üzerine kuruluyken bizde bazen “bu sezon ne koparırsak kâr” anlayışı öne çıktı. Bu kötü pragmatizm hali ilerleme–gerileme döngüsünü doğurdu. Elbette bu fasit daireyi aşmak, toplumun tüm sosyal ve kültürel yapısıyla bağlantılıdır ve yıllar içinde kayda değer önemli gelişme ve ilerlemeler sağlanmıştır. Nitekim Türkiye’de turizm endüstriyel manada farklı sermaye türleriyle çeşitlenmiştir:Antalya, ekonomik sermayesiyle, Kapadokya, kültürel sermayesiyle, Karadeniz ekoturizmiyle sosyal sermayesiyle ve tabii, diğer bölgeler… Öte yandan hala sahada güçlü örnekler de var. Mardin’de butik otel işleten bir aile, Avrupalı turiste sadece kültürel mirası değil, kendi hikâyesini de aktarıyor. Buna mukabil, İstanbul’daki 5 yıldızlı otel ise tamamen “uluslararası standart” diliyle işliyor. Bu açıdan bakıldığında korunması geliştirilmesi gereken bu gibi farklı destinasyonları da izlemek gerekir. Zira ‘’yerelin de potada olması’’ yönünde Kültür ve Turizm Bakanlığının bu konuda ciddi çalışmalarını görüyoruz. Bakanlığın Anadoluyu şehir şehir dolaşıp festivaller yapılması bu anlamda yerelin de bu hikayede kendine yer bulması, bu manada geleceğe dair çok kıymetli bir projeksiyon sunuyor. Önümüzdeki yıllarda bu ön almanın meyvelerini göreceğimizi düşünüyorum.Çalışanlar açısından baktığımızda, turizmde nasıl bir sosyoloji görüyorsunuz?Ahmet Çeçen: Turizm çalışanlarının kimliği iki eksende oluşuyor: kişisel roller ve toplumsal roller diyebiliriz. Biri Misafire karşı güler yüzlü, çözüm odaklı, sabırlı olma halinde gerçekleşirken, diğeri toplumsal rol kabilinden özellikle yabancı turistlere karşı ülkesinin kültür elçisi haline geliyor. Ancak 2000’li yıllar öncesi çalışan, mesleğini bir “yaşam tarzı” olarak görürken; 2000’li yıllar sonrası çalışan, işi daha çok geçici bir gelir kaynağı olarak görüyor. Bu, motivasyonu ve kaliteyi düşürebiliyor. Uzun saatler, düşük ücret, sürekli güler yüz zorunluluğu çalışanlarda duygusal tükenmişlik yaratıyor. Rol ile gerçek benlik arasındaki mesafe açılıyor. Bu konuda gelecek için birkaç temel önlem alınması kaçınılmazdır, Ne olabilir bunlar; örneğin, Mesleki aidiyeti güçlendiren eğitim programları Daha adil çalışma saatleri ve dinlenme hakları,Gerçek anlamda çalışanların sadece iş performansları değil, duygusal sağlıkları ve sosyal ihtiyaçları da gözetilmesi ve buna benzer politikalar olabilir.Diğer tarafta ziyaretçiler var, yani turistler açısından nasıl bir değerlendirme yapıyorsunuz?Ahmet Çeçen: Turistleri sınıfsal aidiyetlerine göre ayırabiliriz:Üst sınıf turist: Tatilde “özel alan” arar. Bu bir tür ayrışma mekanizmasıdır. Orta sınıf turist: Tatilde statü gösterisi yapar; sosyal medyadan sosyal sermayesini artırır. Alt sınıf turist: Daha çok erişilebilir fiyatlı toplu tur paketlerini tercih eder. Tatil ortamı, turistin kişiliğinde geçici değişimler yaratır. Normal hayatta çekingen biri tatilde sosyal medyada cesur pozlar verebilir. Bu durum Goffman’ın “gündelik hayatın sahnelenmesi” kavramının tatil versiyonudur diyebiliriz. “Bu sosyal tiyatronun zemin bulduğu alanların başında turizm sektörü gelir.” Ayrıca bu durum çalışanlar açısından da aynıdır. Zira onların da her kes gibi bir ön bir de arka sahneleri vardır. Politika olarak bu sınıfsal aidiyetlere göre arz ve talep mekanizmasını yeniden şekillendirmek elbette başta kamunun ve tabii, turizm özel sektörünün de güncellemesi gereken bir konudur.Son dönemde iklim değişikliğinin turizm üzerindeki etkileri çok konuşuluyor. Sizce bu süreç destinasyonları ve talepleri nasıl değiştirecek?Ahmet Çeçen: İklim değişikliği turizmin haritasını sessizce yeniden çiziyor. Akdeniz’de artan sıcaklıklar Temmuz–Ağustos turizmini zorlayabilir. Bu durumda Turistler sezonu ilkbahar ve sonbahara kaydırabilirler. Kuzey ülkeleri Norveç, İsveç, Estonya gibi ülkeler yeni yaz destinasyonları haline gelebilir. Kış turizmi de risk altında diyebiliriz. Bu durumda kar garantisi zayıflayan kayak merkezleri, “soğuk hava turizmi” adıyla termal, gastronomi ve kültür odaklı tatillere yönelecektir. Bireysel düzeyde tatil tercihlerinde “iklim konforu” öne çıkacak. Toplumsal düzeyde ise gelir dengeleri değişecek ki, bazı bölgeler kazanırken, bazıları kaybedecek diyebiliriz.Peki bu devasa sektörün ekonomik boyutu hakkında biraz konuşalım, neler söylemek istersiniz?Ahmet Çeçen: Dünya Turizm Örgütü’ne göre, turizm küresel GSYH’nin %7’sini oluşturuyor ve her 10 kişiden 1’i bu sektörden geçimini sağlıyor. Türkiye’de turizm, GSYH’nin %12’sine denk geliyor. 2024’te turizm gelirleri 54 milyar dolara ulaştı. Hafızam beni yanıltmıyorsa yaklaşık 57 milyon ziyaretçi sayısına ulaşıldı ki, bu rakamlar cari açığın kapatılmasında en önemli kalemlerden biri oldu.Peki tüm bu konuştuklarımız bağlamında geleceğe nasıl bakıyorsunuz?Ahmet Çeçen: Eğer turizm sadece kar makinesi olarak görülmeye devam ederse hem çalışan hem turist tarafında yabancılaşma artacak. Çalışan işi geçici görecek, turist ise deneyimi yüzeysel tüketip sadece “imaj için oyunda kalmaya devam edecek’’ Ama doğru politikalarla turizm, gerçek anlamda kültürel ve insani bir değişim alanı olabilir. Bunun için: • Çalışanların sosyal statüsünü yükseltmek • Turistlere “tüketici” değil “kültürel misafir” gibi yaklaşmak • Yerel halkın turizme aktif katılımını sağlamak • Turizmin sosyal sorumluluk boyutunu güçlendirmek gibi kanallar işletilebilir. Ahmet bey bugün bize alışılmışın dışında şeyler söylediniz, son olarak bir değerlendirme yaparsanız neler söylemek istersiniz?Ahmet Çeçen: Turizm bugün sadece ekonomik bir sektör değil; aynı zamanda doğa, insan, kültür ve çevrenin kesiştiği dev bir alandır. Burada hem nitelik hem nicelik önemlidir. Gelirleri artırmak elbette gerekli; ama nicelik tek başına yeterli değildir. Kamu tarafının rolü ki, buradan sadece turizm bakanlığından bahsetmiyorum, taşradaki idarenin ilgili birimlerinden tutun merkezi idarenin tüm paydaşlarına değin, devletin birçok kurumu turizmi sadece döviz girdisi olarak görmeyip, yerel halkı, kültürel mirası ve çevreyi merkeze alan stratejiler geliştirmelidir. Kültür ve Turizm bakanlığının bu konuda birçok çalışma yaptığını görüyoruz. Diğer yandan özel sektörün rolü ise standartları korurken özgünlüğü, yerelliği ve sürdürülebilirliği öne çıkarmak olmalıdır.“Kamu ve özel sektör el ele vererek niceliği nitelikle buluşturursa, turizm daha da kalıcı bir değer üretir.” Buradan yeni bir diyalektik doğabilir: Doğaya rağmen değil, doğayla birlikte; insana rağmen değil, insanla birlikte; kültürü metalaştırarak değil, yaşatarak ilerleyen bir turizm anlayışı daha ilerlemeci sürdürebilir olacaktır.Sonuç olarak şu soruyu sormalıyız: Biz sadece ekonomik anlamda rakamları mı artırmak istiyoruz, yoksa rakamlar beraberinde yerel ve evrensel düzlemde doğayı, kültürü ve insanını da güçlendirmek mi? Eğer cevabımız ikincisiyse, turizm gerçekten bir “medeniyet üretim alanı” haline gelebilir diyebiliriz.Son olarak Mottomuz şöyle olsun; “Turizm doğaya rağmen değil, doğayla birlikte gelişirse tarihin akışında gerçek bir medeniyet alanına dönüşebilir”