Keçiden Oğlaktan Tavuktan Ne İster Kimileri | Mehmet Ali Abakay

Mehmet Ali Abakay

KEÇİDEN OĞLAKTAN TAVUKTAN NE İSTER KİMİLERİ?

Günah işler, kendi gibi insana müracaatta itirafla günahlarından arınır, vicdanen rahat, ruhen huzur bulur, kimisi.

Her günah işlenirken perde arkası itirafla bembeyaz sayfa açılır, günahlar affedilir sanılır.

Günah işleyen bir keçiyi kayalıklardan yuvarlar, keçi yoksa bir oğlak bulunur, arınır böylelikle günahlarından bazısı.

Paramparça olan canlı, başka canlılara yem olur ki başka canlının doymasıyla iyilik içre bir hayırlı davranış yapıldığına inanır, bu çağda.

Keçi – oğlak yoksa bir tavuk temin edilir, başında gezdirir, günahlarından kurtulmak isteyen kişi.

Hastalıklı baş üzerinde gezdirildikçe günah yüklenen canlı tavuk, “Bir başkasına kötü günahların sinerjisi geçmesin.” arınmak için taştan duvara çarpa çarpa can verir, öldürülür.

Kişi, böylelikle mutmaî’n olur, gönül rahatlığıyla ibadet rituelini gerçekleştirir, her seferinde yeni bir canlının yaşamına son verip, canîce günahlarına yenisini ekleyerek.

Günah-Sevap, Kötülük- İyilik, Çirkin- Güzel, Yanlış-Doğru, Eğri-Düz arasındaki inceliği anlamaktan yoksun idrâk, kendince böyle bir yol bulmuş, günümüzde.

Canlıyı telef ederek günahlardan arınma, yeni inancın tahrifiyle günahın itirafıyla şekil değiştirmiş.

Günahı işleyen insanın, kötü olan eylemine bir daha dönüş yapmaması için tövbe kabul edici Yaradan arasındaki sözleşmesi manasında pişmanlık olan, affetme isteğini ifade tahrif edilmiş inançlardaki bu vahşeti ortadan kaldırırken, günümüzde bu anlayışın sürekli ruhlarda geliştirdiği algılarla inanç ve insan arasındaki bağlar, temelden sarsıcı jakoben anlayışlarla ortadan kaldırılmaktadır.

Açlıktan, susuzluktan kırılan Afrika, kimin eseri?

Sürekli birbiriyle kapıştırılan Afrika insanı, bunun farkında değil mi?

Bu yüzyılın öncesinde bunca katliamı yapanlar, özür beyan ederek, günahlarından kurtulur mu, sanılır?

Bunca insanın katliamından, kölelik esaretinden hicap duymayanlar, kendi beşerî hegemonyalarını hangi insan haklarından alır, bu hakları belirleyen güç kimin elinde?

Dünyada her devlet ya da devletçiği bünyesinde toplayan kuruluşta, son sözü söyleme yetkisi kimin uhdesinde?

Yeryüzünü cehenneme çevirenler, cennetlerinde mutlu mu olacak, sürekli?

Günlerce aç bırakılmış, bir deri-kemik kalmış çocuğuna bir lokma ekmeği bulamayan annenin, babanın ahı yerde kalır mı?

Bunca milyonlarca insanı yerinden ve yurdundan edenlerin geride bıraktığı enkazda insan bedenleri param parça uzuvlar halinde iken, haktan ve hakikatten yoksun olanların vicdanlarından merhamet beklemek, aptalca davranıştan öte ne anlam taşır?

Denenmemiş, ölüm kusan silahların laboratuar yerine düşünülen topraklarda kullanılmasını hangi vicdan sahibi insan kabul eder?

Sadece İslâm Coğrafyası’nda değil, kendi inançlarına sahip olan-olmayan topraklardaki vahşetin önü neden alınmıyor?

İki devletin arasındaki savaş halinde su ve doğalgaz kesintisini, insan haklarına müdahale sayan anlayış, diğer ülkelerin insan katliamlarına sessiz kalmak bir yana katliamlara destek vererek, iki yüzlülüğü itiraf etme ferasetine sahip değildir.

Kendi insanının protestolarına, boykotlarına sessiz kalan devletler, bir ağacın gövdesindeki ana dallar gibi bu katliamları onaylamakta, insan haklarını görmezlikten gelmekte, ” Ortadoğu ” diye var olmayan isimlendirmeyle İslâm Coğrafyası’nı işgal etmeye devam ederek, milyonlarca insanı açlığa, susuzluğa, yokluğa mahkûm etmek yetmezmiş gibi insanını ortadan kaldırmayı, devletlerinin âlî menfaati için gereken şeklinde görmektedir.

Bu günahlarını örtbas etmek için kaç milyon kişi, kafes-perde arasında günahlarını itiraf etmek için günah affedici ibadethanelerine akın edecek, kaç yüzbin keçi-oğlak ve tavuk kayalıklara, taş duvarlara çarpa çarpa can çekiştirilerek öldürülecek, bu belli değil.

Belli olan haksız savaşlarda tarih, işgalcilerin mazlûmlara yaptığı zulmü yazacaktır.

Televizyonu, radyosu, gazetesi, dergisi onlardan olan kesim, bu vahşeti manipüle ettikçe zulmedenlerin sayısı gittikçe artacaktır.

Şehirler, Moğollar gibi taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmayacak şekilde bir bir yeryüzünden silinirken arada hayatını kaybedenler yanında binlerce ton bombadan, geliştirilmiş nükleer silahlardan bu topraklarda ne diğer canlılar ne bitki örtüsü kalacak.

Su, toprak ve hava kirletilince yaşam emmareleri bir bir yok olacak.

Ne için mi?

Su, maden ve enerji kaynakları gittikçe azalan, toprakları verimlilikten düşen, ana karaları gün geçtikçe denize batanlar, kendi seçilmiş azınlıklarına yeni yurt edinmek için mi?

Bu inanç savaşının, kimi devletlerin âlî menfaatiyle mayalanması, son yüzyılın en iğrenç, kanlı, sefîl ve rezil, yirmi milyonların katledileceği üçüncü dünya savaşının ayak sesleri değil, ta kendisi olduğunu itiraf etme bir suçlama olarak değil, hakikatın dile getirilmesi amaçlı insanî bir tespittir.

Bizim bu durumda yapılması gerekenle yaptıklarımız arasında olan makas gittikçe açılırken Merhûm Karakoç’un tespitleri yeniden okunmalı.

Sadece Karakoç mu? Diğer isimlerin de eserleri okunmalı.

Öncelikle Ana Kitap okunup anlaşılmalı.

Ne gariptir ki Ana Kitabı okumadan iman edenler, kitapta ne yazıldığından habersiz, kitapta yer alan hayat tarzına, eşitliğe, hak ve hukuka itiraz üstüne itiraz edip durur.

Biz, her günahı itiraf edip günah üstüne günah işleyenlerin insan tarafından af edilmesi gibi absurd bir eylemin “İnsanlık vicdanında paslı hançer” olduğunu belirtiyoruz.

Biz, keçi-oğlak ve tavuk cinayetiyle günah sahiplerinin günah aklama seanslarını “vahşet” olarak ifade ediyoruz.

Bu ifadelerimize itirazı olanlardan bu manzaradan rahatsız olmadıklarını ifade etmelerini bekliyoruz.

Bu tür eylemleri  coğrafyamızı”bahar” adıyla cehenneme çevirenleri, hangi gerçek cehennemler bekleyecektir, görmek lazım.

Bir hayat değil, bu dünya yaşamı.

Dünya yaşamını ebedî hayata devşiren ve bu yolda kalan ömrünü medeniyeti için gözden çıkaranlara selâm olsun!..

Başa dön tuşu